Ana içeriğe atla

Sınırımızdaki Savaş ve İkincil Travma

     Bu günlerde komşu ülkelerimizde 3. Dünya Savaşı’nın ilk reaksiyonlarını görmekteyiz.

   Türkiye, tarihteki adıyla Mezopotamya, üzerinde birçok dinin kutsalının bulunduğu, stratejik bir konuma sahip topraklar içerisindedir.

   Ülkemizi genellikle Norveç gibi refah seviyesinin yüksek olduğu kuzey ülkeleriyle kıyaslayanlara söylemek istediğim bizim ülkemizin Norveç’ten en büyük farkının bizim topraklarımız üzerinde birçok din, örgüt ve ülkenin çıkarlarının olmasıdır.

   Ülkemizin coğrafi kaderinden söz ettikten sonra komşu ülkelerdeki savaşların bize etkisini konuşmak istiyorum.

   Tabii ki sınırlarımızdaki savaşın bize ekonomik etkileri var ancak daha bireysel boyutta baktığımızda savaş bize çok yakın ve günümüzdeki savaş mağdurları bizim din kardeşimiz. Filistin, Suriye, Irak, Çeçenistan, Doğu Türkistan ve diğerleri…

   Savaş mağdurlarının çektiği eziyetleri, maruz kaldıkları insanlık dışı durumları bugünlerde sık sık her türlü medya aracı sayesinde görüyoruz. Bu bizi hem derinden üzüyor, hem çaresiz hissettiriyor hem de önümüzdeki günlerde bizzat savaş mağduru olmak konusunda endişelendiriyor.

   Bugünlerde savaş görüntüleriyle ilgili şahit olduğum bir diğer şey şu ki: bizlerden savaş görüntülerini, savaş mahkumlarının çektiği işkenceleri izleyen kişilerde bazı depresif ruh hali, kabus görme, uyuyamama, ağlama atakları gibi ikincil travma belirtileri oluşmaktadır. 

   Suriye’deki hapishanede yaşananlar gibi olaylar travmadır ve kişilerin hayatlarında kalıcı izler bırakır. Ancak bazen sadece olayı dışardan izleyenler de travmatize olabilirler. Buna biz ikincil travma diyoruz.

  Terör, kelime anlamıyla ‘aşırı derecede korku vermek’ anlamına gelir. Dikkatinizi çekerim ki öldürmek, yakıp yıkmak, devlet parçalamak değil korkutmaktan söz ediyorum.  

   Bizler için burada önemli olan savaş topraklarındaki mağdurlar için elimizden gelen, yapabileceğimiz bir şeyler varsa yapmak ancak bu sırada kendi ruh sağlığımızı korumaktır.  Bizler iyi olduğumuz sürece, güçlü olduğumuz sürece savaş mağduru kişiler için faydalı olabilecek eylemler yapabiliriz.

   Tüm bunları bir bütün olarak düşündüğümüzde bizler ruh sağlığı uzmanları olarak savaş görüntülerinin, işkence vb. görüntülerinin çok fazla izlenmemesi gerektiğini düşünüyoruz.

   Özellikle çocuklarımızı mümkün olduğunca bu görüntülerden uzak tutmalıyız. Çünkü çocuklar2 ikincil travma belirtilerini yetişkinlere göre daha çabuk verirler. Ebeveynler de buna çocuklarda kabus görme şeklinde sıklıkla şahit olmuşlardır.

   Unutmayalım ki Müslüman kardeşlerimize faydalı olmak için önce bizler iyi ve güçlü olmalıyız ve bu görüntüleri 1 kere izlememiz ve 5 kere izlememiz arasında savaş mağduru bir kişi için hiçbir fark yoktur.


Uzman Klinik Psikolog

Kevser ATEŞ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Annelikte Doğru Motivasyon

Annelikte Doğru Motivasyon Kadın olmak hem fizyolojik hem de psikolojik olarak çok özel bir konumdur. Kadını en özel kılan etkenlerden biri, bir yavruyu bedeninde aylarca muhafaza edebilme ve sonrasında anne olmasıdır. Annelik, özellikle bizim kültürümüzde fedakarlık kavramıyla eş tutulmuştur. Dilimizde var olan ‘yemedim yedirdim; giymedim giydirdim’ benzeri söyleyişler de anneliğin toplumumuzdaki anlamlandırılmasına örnektir. Ancak çocuklar ve yetişkinler üzerinden elde edilen gözlemler annelerin çocukların hayatlarının merkezlerine koymasının değil; kadının hayatın merkezine kendi gelişimini ve mutluluğunu koymasının çocuklar için psikolojik olarak çok daha faydalı ve geliştirici olduğu yönündedir. Anneler kendi hayatlarından vazgeçerek, hayatlarını adeta çocuk yetiştirmeye adadıklarında ilginç bir şekilde bu tek amaçlarını ıskalıyorlar ve o kadar da iyi çocuk yetiştiremiyorlar. Çünkü çocuğa iyi gelen adeta bir yaşam koçu gibi hayatının her dakikasını planlayan, kendi hayatını çocuğa...

Anne-Babalarımıza Karşı Sorumlu Muyuz?

Bugünlerde sık duyduğum bir fikir üzerine konuşmak istiyorum. Şöyle ki ruh sağlığı uzmanlığı olan kişilerden bazıları anne babamıza karşı sorumlu olmadığımız, onlara karşı herhangi bir minnet borcumuz olmadığını söylüyorlar. Anne-babamızın bizi dünyaya getirmiş olmakla bize bakmak ve yetiştirmekle sorumlu olduklarını ancak bize yıllarca verdikleri emek karşılığında bizim anne-babamıza karşı hiçbir sorumluluğumuz olmadığı bize verilen emeklerin, yapılan fedakarlıkların sadece onların mecburi olarak yerine getirdikleri şeyler olduğu fikrindeler. Şöyle söyleyeyim: kırmızı ışıkta duran bir araca nasıl teşekkür etmezsek, bu davranış onun zaten yerine getirmesi gereken bir şeyse, anne-babamıza karşı da sorumluluğumuzu böyle değerlendiriyorlar. Bu fikir açıkça bizim kültürümüze aykırıdır. Çünkü Türk kültürü aile kurumuna çok fazla önem verir. Evlatlar yetişkin olsa dahi ailenin birlikteliğini, aile içerisindeki istişareyi ve yardımlaşmayı teşvik eder. Kültürümüzdeki bu yaklaşım kişileri yalnı...